20 Nisan 2024
Basın Duyurusu

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ 2017

Öget Öktem Tanör
Kadınlar. Dünya kadınları. Her yerdeler. Fabrikada işçi, devlette memur, siyasetçi, tarlada çalışan, üniversitede akademisyen, özel iş yeri çalışanı, bilim kadını, şair, romancı, artist, ressam, sanatçı, evde kayıt dışı işçi… Ama bütün dünyada, her ülkenin kültür düzeyine göre farklı derecelerde olsa da hep ikinci sınıf vatandaş. Hep erkekten aşağı konumda olan. Dünyayı, erkekle eşit biçimde paylaşamayan.

Erkek, parkta koşu yapan tanımadığı kadına tekme atıp “Bir daha burada koştuğunu görmeyeceğim.” deme hakkını kendinde görür. Kadın, bir erkek kendisine bakıp da cinsel hisleri kabarırsa suçludur. Bir kız, tecavüze uğrarsa suçludur, aile namusu adına öldürülmesi uygundur. Boşanmak mı istiyor (yani erkeğe baş mı kaldırıyor), öldürülebilir. Bir erkeğin arkadaşlık teklifini ret mi etti, öldürülmeyi hak etmiştir. Türkiye’de yalnızca geçtiğimiz şubat ayı boyunca 30 kadın cinayeti (yakınları tarafından) işlendiği açıklandı, gene yalnızca bu şubat ayında, biri engelli 19 kadına cinsel şiddet uygulandı.

Kâğıt üzerinde kadın erkek kanun karşısında eşitmiş gibi görünse de öyle değil. Eşit işe eşit ücret alamıyor. İşten çıkarmalar önce kadın üzerinden başlıyor. Tecavüze uğrayan kadına “kuyruk sallamıştır” gözüyle bakılıyor, boşanmak istiyor diye karısını öldüren adam , “kendini hakarete uğramış hissederek duyguları galeyana geldi” diye, temiz pak giyinip mahkeme heyetine saygılı davranıyor diye ceza indirimi uygulanıyor. Kadın siyasette de çeşitli yönetim kurullarında da eşit temsil edilmiyor. Başka alanlarda da örnekler çoğaltılabilir.

Bu sorunların kaynağında diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi “cinsiyet eşitsizliği” ve erkek egemen dünya anlayışı yatıyor. Kadınların “eşitlik” savaşı, sanki kadınlar eşitlik değil de “aynılık” iddia ediyorlarmış gibi çarpıtılıyor. Devletin anlayışı, “Biyolojik aynılık yoktur ki eşitlik olsun! Kadınlara ‘eşitlik’ değil ‘adalet’ gerekli.” şeklinde. Oysa, “adalet” kavramının Platon’dan bu yana, “kim neyi hak ediyorsa ona o kadarını vermek” anlamına geldiği bilinir.

Devletin “Kadına eşitlik değil adalet lâzım.” anlayışı da kadın hak ettiği kadarını alır (ki elbette erkekten daha azını hak ediyordur) anlamına gelir ve kanunların kadına-erkeğe eşit uygulanması kavramından uzaktır. Oysa kadınlar eşitlik isterken ve eşitliği savunurken, erkek egemen anlayışın çarpıttığı gibi “biyolojik aynılık” kastetmemekte, kanunların kadına ve erkeğe eşit uygulanmasını (ayrıca toplumsal anlayışta bu eşitliğin sağlanmasını, fırsat eşitliğinin sağlanmasını, her alanda eşitliğin sağlanmasını) istemektedirler.
Feminist hareket, Türkiye’de de dünyada olduğu gibi, kadınlara da, “farklı bireylere ve gruplara” da eşit davranılmasını, siyasal temsil açısından da “fırsat eşitliği” açısından da eşitlik sağlanmasını istemektedir. Bu ise ataerkil ideolojinin hakim olduğu toplum ve devletlerde değil, farklı olanın da eşit haklara sahip yurttaşlar olduğunu gören gerçek demokrasilerde sağlanabilir. Kadınlara tanınan hakların onlara “lütfen bağışlanan haklar” olmayıp, bir demokrasi sorunu, bir “toplumsal eşitlik” sorunu olduğunun anlaşılması ve kabul edilmesi ile sağlanabilir.

Bu uğurda çalışanlara selam göndererek bitirelim. Sembolik birkaç isim sayarsak 8 Mart 1857’de New York’ta ucuz çalıştırılma nedeniyle greve giden ve bu hareketleri dalga dalga yayılan tekstil işçilerine selam olsun, daha sonra feminist hareketi geliştiren kadınlara selam olsun. Başta Fatma Aliye, bütün Osmanlı dönemi feministlerine, Cumhuriyetin ilk feministleri Nezihe Muhittin ve arkadaşlarına selam olsun; feminist hareketi günümüze yükselterek taşıyan, korkmadan, yılmadan, örgütlenerek, sokaklara çıkarak seslerini duyuran arkadaşlarımıza selam olsun.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun.

TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI
0212 259 74 74

Bağlantıyı kopyala