27 Temmuz 2024
Basın DuyurusuDuyurular

CAHİT IRGAT

Cahit Irgat sinema ve tiyatro sanatçısı yazar şair

 Cahit Irgat (Cahit Saffet Irgat- Mutlu olan soyadını daha sonra gerçeğe uymuyor diye Irgat olarak değiştirmiştir 21 Mart 1916 tarihinde Kırklareli-Lüleburgaz’ da doğmuştur. Babası emekli yüzbaşı, peynir tüccarıdır. İlkokulu annesi Makbule Hanım’ın memleketi olan Lüleburgaz’da tamamladıktan sonra İstanbul Vefa Lisesini bitirmiş. İstanbul Muallim Mektebi’ nde kısa süre okuduktan sonra Edirne Öğretmen Okulu’ na devam etmiş ve son sınıftan ayrılmıştır. Daha sonra girdiği Ankara Devlet Konservatuarı’nı bitirmeden bırakmış 1935’de Raşit Rıza Tiyatrosu’nda oyunculuğa başlayan Irgat, daha sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda, Küçük Sahne’ de, Adana Şehir Tiyatrosu’nda, Dormen Tiyatrosu’ nda, Oda Tiyatrosu’nda çalışmıştır. Eşi Cahide Sonku ile birlikte Cahitler Tiyatrosu’nu kurmuştur. Tiyatro oyunculuğu ile birlikte 1940’ dan itibaren yüz elli civarında filmde oynamıştır. 1950’de ilk ve tek filmi olan Bırakılan Çocuk‘ u çekti.

Sinemadan çok edebiyatçı olarak tanındı. VarlıkServet-i FünûnGündüzUyanışYürüyüşYığın ve Yaprak gibi dergilerde şiirleri yayımlandı.

Şiirleri önce Cahit Saffet imzasıyla Varlık, Servet-i Fünûn, Gündüz, Yücel, Ses; 1939’dan itibaren Garip hareketi çizgisinde olan şiirleri Yürüyüş, İstanbul, Yeditepe, Yeni Dergi, Yeni Ufuklar, Dost, Yelken gibi dergilerde yer aldı. İkinci Dünya Savaşı’nın da etkisiyle barıştan yana, savaşa karşı yazdığı şiirlerle tanındı.

İlk şiir kitabı Bu Şehrin Çocukları’nda daha çok Garip şiiri etkisinde, ikinci kitabı Rüzgârlarım Konuşuyor’da daha toplumcu bir çizgide şiirler yazdı. Daha sonra, “toplumsal sorunlara ülküsel temlere artık dolaylı ve tatlı bir biçimde yanaşıyor. Bu davranış bazı şiirlerde daha da belirginleşiyor. Öfkeli, açık seçik söyleyişin yerini imgeler aracılığıyla, kesik kesik söyleyiş alıyor. Böylece, şiirler tek anlamlılıktan çıkıyor, değişik yorumlara elverişli bir özellik kazanıyor.” (Asım Bezirci)

Cahit Irgat şiirin ince sorunlarını çözümlemiş, gerçekçi ve yalın, anlatıma yönelen bir şair. (..) Gerçekçi ve toplumsal gerçekçi olduğu için mısralarında durmadan soluk alıp veren karamsarlık onun bir özelliği oluyor. Savaş şiirlerinde, çocuklar için yazdığı şiirlerde, toplum şiirlerinde onu karamsar bir duygusallık içinde görüyoruz.” (Anıl Meriçelli)

ESERLERİ:

ŞİİR: Bu Şehrin Çocukları (1945), Rüzgârlarım Konuşuyor (1947), Ortalık (1952), Irgatın Türküsü (ilk üç kitaptaki toplu şiirleri ve yenileri, 1969), Seçme Şiirler (1998).

ROMAN: Geri Dönemezsin (1948), İnsan Kafesi (Milliyet gazetesinde tefrika edildi, kitaplaşmadı).

ANI: Çok Yaşasın Ölüler isimli bir de anı kitabı vardır.

Cahit İrgat Mina Urgan, Cahide Songu ve Neriman Akad ile evlenmiş; Mina Urgan’ dan Mustafa ve Zeynep isimli iki çocuğu olmuştur. 1950 doğumlu oğlu Mustafa da şiir yazmış ve genç yaşta 1995’ te vefat etmiştir. Kızı Zeynep ise babası gibi sinema oyunculuğu yağmıştır.

Irgat 5 Haziran 1971’ de 55 yaşındayken İstanbul’ da ölmüş, Zincirlikuyu Mezarlığına gömülmüştür.

Şiirlerinden Örnekler

SON YALNIZ

Kaç bin alkış, gözyaşı ucu
Sarmaş dolaş arkadaşlık pabucu
Aynaların bu kaçıncı öpüşü
Bu gece mi bu yağmurun yağışı

Bir oyuncu geçiyor iki büklüm sus
Yaşadığı günlerin doruklarından
Kala kala bir yağmur gözlerinde biriken
Aynalarca uykusuz

 IRGATIN TÜRKÜSÜ

Ben ben değilim artık ben
İnan bu son gülüşüm
Toprağa gömülüşüm
Sana çiçek vermemden.

El tarlasında kırıldı beden
Mezar bu fabrika, bu urba kefen
Ben ben değilim artık ben
Soyulmuşum.

Boşa işlemiş zaman
Bankalar kurulmuş sırtımdan
Dik dünyayı tırman tırman
Koşulmuşum.

Boşa dönmüş değirmen
Ben ben değilim artık ben
Dünya kara kapkara
Yanmış yenmiş etimden.

Kutsal yürek tutuşmuşum
Gün kıpkızıl bir yara
Ben ben değilim artık ben
Umut gülüyor çocuklara.

İçten içe yanan yarın
Çığlık çığlığa yaralıların.

BİR DALDA İKİ SALINCAK

Yürümüş otlar dizine
Kentin ışıkları gözüne
Herkes cümbüşüne sazına
İlmik senin boğazına

Vardı elbet bir merhaban bu kente
Geldiler gördüler mi sallandığını acaba
Salıncaklar kuruldu şimdi başka ağaca
Dirin kaça, ölün kaça

Ne dört kitap, nice mezhep, nice din
Bu ağacı insana insan diye gösterin

 

İTHAF

Niçin yaşadığını, öldüğünü bilmeyen
dert çeken dost,
Çürüyen dost,
Sizin için söylüyorum ;
Milyonlarda harp ölüsü adına,
İyiliğin, kardeşliğin, ümidin,
Aynı hakkın, hürriyetin,
İnsanlığın şarkısını.

II
Biz insanlar;
Bir avucun
Beş parmağı kadar kardeş
Boyun eğmiş, razı olmuş,
Gömülmüşüz çamuruna alın terinin,
Mayasına, hamuruna, kara ekmeğin.

Fabrika bacaları çatlayacak hırsından.
Sefaletler, felaketler ve kötü niyet
Her gün götürüyor içimizden birini
Şu fabrika, şu vapur, lokomotif düdüğü,
Şarkısını tekrarlıyor ezilmişler şehrinin.

IX
Meyvesini esirgeyen ağaca
Omuz veremiyoruz,
Bunun için adımız kötüye çıktı,
Tecrit kamplarında çıldırdı,
İşçiler, talebeler, genç kızlar…

XIII
Anne girmem bu oyuncak dükkânına;
Orda toplar, tayyareler, tanklar var.

Seviyorum söğüt dalı atımı;
Tekme atmaz, ısırmaz…

Ben yaşamak istiyorum;
Ağaç gibi sessiz sessiz ve rahat.
Karınca kararınca değil,
serile serpile boylu boyumca.

Anne girmem bu oyuncak dükkânına
orda toplar, tayyareler, tanklar var.

XXI
Gül be toprak, gül yüzüne,
Öp elini çiftçinin.
Gül be güneş, saz benize
Gül de güller açılsın.

Kahvede kağıt açan âvare
Şu duvarcı, arabacı, amele
Bel bağlamış yedi karış ömüre.

Biz de bakabilelim
Bir ışıklı pencereden
Bize de pay düşmeli
Şehirlerden, caddelerden, denizden.

İnsan insan paylaşalım
Yaşamayı, komşuluğu, dostluğu
Bağdaş kurup yan yana
Bir sahandan yiyelim,
Dünyamızın sofrasında.

 

BÜTÜN ŞEHİR ŞAHİTTİR

Başımı rakı değil döndüren
Bu öğle sıcağında
Ekmek kokusundan da güzel
Alnının ter kokusu.

Ver meyveni mürdüm ağacı
Arzum gibi yağ yağmur
Bütün şehir şahittir
Bu kadını sevdiğime.

 

BİR GARİP YALNIZLIK

Çalmasın kapımı kimseciklerim
Boş bulut yıldız yalnızlığında
Çok uzun gözlerinin içindeyim
Çalmasın kapımı kimseciklerim

Çok uzun gözlerinin içindeyim
Sonsuzluğumu içiyorum bebeklerinden
Körkütük zehir zıkkım
Çalmayın kapalı kapım

Küflü bir akşamüstü terli
Uludum arınmamış camlarda
Ne telefon ne kapı zili
Çalmasın ben evde yokum

Çok uzun gözlerinin içindeyim
Çalmasın kapımı kimseciklerim

MEMNUNUM DİYEMEM

Memnunum diyemem yaşadığıma,
Bana bir şey söylemiyor
Bu deniz parçası, bu taka.

Gün bitti, yollara düştü kahır
Ötme vapur, gelemem
Dört duvara sarılmışım.

Sarmadı gitti beni
Bu yandan çarklı dünya;
İki yakam bir araya gelmiyor
Ivırı zıvırı caba.

Parmak parmak çürüdü
Bir karış ömrüm,
Yalan şeyleri özlemişim, nâfile
Nâfile şiir yazmış,
kahırla yıkanmışım,
Gülmüşüm söylemişim,
boşvermişim her şeye,
Senin için yaşamışım insanoğlu, nafile!

 

KORKUYORUM

Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
Korkuyorum
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni
Gökler bile değişiyor lahzada
Ardından geliyor bak
Güneşiyle bulutuyla gökyüzü
Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu
Korkuyorum…

 

SON YALNIZ

Kaç bin alkış, gözyaşı ucu
Sarmaş dolaş arkadaşlık pabucu
Aynaların bu kaçıncı öpüşü
Bu gece mi bu yağmurun yağışı

Bir oyuncu geçiyor iki büklüm sus
Yaşadığı günlerin doruklarından
Kala kala bir yağmur gözlerinde biriken
Aynalarca uykusuz.

BULUT

Bir damla düştü gözlerime
Geçen buluttan,
Hatırladım inanmanın ne olduğunu
Yaşamaya, şiire
Su yolundan uzaklaşmış
Ben su muyum, yol muyum?
Ok yayından uzaklaşmış
Ben ok muyum, yay mıyım?
Ben, buluttan gözlerime
Düşüveren bir damlayım.

 

RÜZGÂRLARIM KONUŞUYOR

Ben bir harp esiriydim
Bulutları seviyordum, hürriyeti seviyordum
İnsanları seviyordum, yaşamayı seviyordum
Bulutları gözlerimden boşalttılar bir gece.

Yalan söylemeyen bir dünyada.
Ben de yalan söyleyemem.
Ve ben şeffaf, tertemiz
Pırıl pırıl bağırıyorum:
Yetişir oltaya yem
Dile küfür olduğumuz,
Yetişir bozuk para gibi savrulduğumuz.

Gözlerim var, görüyorum:
Yarı çıplak, çırılçıplak
Ölülerle dolu toprak
Ölüler sarmaş dolaş
Ölüler sivil, asker, ihtiyar
Ölüler buram buram
Nefret kokuyor

Ve dilim var, söylüyorum:
Benim de altçenemi
Gözlerimi alacaklar belki de
Yaşamak ve hürriyet istedim diye
Ve belki de bir sabah
Gün doğmadan az önce
Heykelim dikilecek
Bir darağacına.

 

Tiyatroyu bir meslek olarak icra eden Cahit Saffet bu yıllarda “mutlu” olan soyadını, “kışı yalan söylememeli, soyadıyla bile” gerekçesiyle ırgat olarak değiştirmiştir.

 

Dostlarından Orhan Veli, Sait Faik ve Cahit Sıtkı’yı arka arkaya kaybettiğinden sığacak liman bulamayan Cahit Irgat depresyona girerek kendini daha çok alkole vermiştir.

Metin Eloğlu’nun “Güney dergisinin temmuz1970 tarihli 34 sayısında Neriman Irgat ile yaptığı söyleşi de son derece hassas, karamsar aynı zamanda çocuk ruhlu olan Cahit Irgat’ın evliliği ile hayatının düzene girdiğini ifade etmiştir.

 

 

Bağlantıyı kopyala