ERDOĞAN ALKAN
BABAM ERDOĞAN ALKAN
Babam Ankara’da, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten kısa bir süre sonra Samsun’da maiyet memuru olarak görev yapmış. Burada annemle tanışıp evlenmişler. Annem genç bir öğretmenmiş o yıllarda. Daha sonra babam Gerze, Vezirköprü, Espiye, Ladik, Darende gibi yerlerde kaymakamlık yapmış. Annem tayinini babamın yanına çıkaramamış bir türlü. Bunun üzerine babam devletteki görevinden istifa edip Ankara’ya yerleşmeye karar vermiş. Annem de istifa edince bizim için yeni bir hayat başlamış Ankara’da.
Kız kardeşim ve ben ilkokul çağındaydık. Annem Sosyal Sigortalar Kurumu’nda çalışmaya başladı. Babam bir süre Milli Prodüktivite Merkezi’nde çalıştıktan sonra TRT’de işe girdi. TRT’nin kuruluş yıllarıydı. Televizyona kültür programları yaptı. Bu yıllarda halk ozanlarıyla tanıştı. Akşamları evimize konuk olurdu bu halk ozanları. Çocukluğum halk ozanlarının türküleriyle geçti. Nesimi, Mahsuni, Kul Ahmet ve Feyzullah Çınar bu isimlerden bazıları. Her şey güzel gitti bir süre.12 Mart sürecinde, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle babamın TRT’deki görevine son verilinceye kadar. Annem de istifaya zorlanmıştı. Ankara’da bütün kapılar kapanınca İstanbul’a taşınmaya karar verdik. İkinci kez yeni bir hayat başladı bizim için. Ankara’dan, okulumdan, arkadaşlarımdan, öğretmenimden ağlayarak ayrıldım.
İstanbul’a geldiğimizde ben ilkokul son sınıftaydım. Annem Çalışma Bakanlığı’nda işe başladı. Babam bu yıllarda çeviriyle hayatını kazanmayı denedi. Beş-altı kitap çevirdi klasik yazarlardan bu yıllarda. Ancak kitap çevirisiyle ev geçindiremeyeceğini düşünüp yarı zamanlı olarak İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulunda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Sonrasında ise Günaydın Gazetesi’nin Dış Haberler Bölümünde çalıştı ve buradan emekli oldu.
Bu yıllarda ben yatılı olarak okudum. Sadece hafta sonları ailemle birlikte oldum. Bir de Ayvalık’ta geçirdiğimiz tatillerde. Ortaokul yıllarında babamın bağlamasını kapıp okuldaki bağlama kursuna katıldım. Böylece yıllarca elimden düşürmeyeceğim bağlamayla ilişkim başladı. İlk bağlama öğretmenim babamdır. Gençlik yıllarında öğrenmiş o da çalmayı. Birlikte geçirdiğimiz saatler çoğalmaya başladı bağlama sayesinde.
Çalışkan bir adamdı babam. “Bir işe bin kişi arasından biri seçilecek olsa, o kişi neden ben olmayayım” diye düşünürdü. Çalışkandı ama yaptığı işlerin hiçbirini sevmedi. Para kazanmak, ev geçindirmek, bizleri okutmak için çalışmak zorunda kalmıştı uzun yıllar. Ama aklında hep edebiyat vardı. Çalıştığı yıllarda edebiyattan kopmuştu iyice. Emekli olunca yeniden döndü edebiyata. Deyiş Yayınları’nı kurdu. Emeklilik ikramiyesinin önemli bir kısmını yatırdı bu işe. Yayınevinin isim babası bendim. Beş altı kitabını bastı Deyiş Yayınları’ndan. Sonra sürdüremedi. Kapattı yayınevini. Yayıncılık dünyasıyla ilişkileri pek yoktu babamın. Ama Mülkiyelilerle arkadaşlığını, dostluğunu hep sürdürdü. Mülkiyeli olmakla hep kıvanç duyardı. “Önce Mülkiye, sonra Türkiye” sloganını ilk ondan işittim. Şair arkadaşlarından ise Dağlarca, Cemal Süreya, Kemal Özer, Ataol Behramoğlu ve Eray Canberk geliyor aklıma ilk.
Gazetecilikten geldiği için araştırmacı yanı güçlüydü. İnceleme/araştırma kitapları yayımladı ilk yıllarda. Sonra kendini tümüyle çeviriye verdi. Önceleri masada ve daktiloyla çalışırdı. Sonra koltuğa ve elyazısına döndü. Onu en çok, önündeki sehpada sözlükleri ve kadehiyle, koltuğunda oturmuş, gece geç saatlere kadar çalışırken hatırlıyorum. Yorulunca ara verir, yemek yapardı. Damak tadı gelişkindi babamın, yemekleri çok güzel olurdu.
Huzursuz ruhlardandı. Anlattığına göre kaymakamlık yaptığı yerlerde çok yalnızlık çekmiş; “kasaba yalnızlığı”ndan yakınırdı hep. O yıllarda bir de trafik kazası geçirmiş. Makam aracı askeri bir araçla çarpışınca ölüm tehlikesi atlatmış. Yüzünde o kazadan kalan bir iz vardı babamın. Adını bir sakinleştirici olan ilaçtan alan Ekuanil Çiçekleri kitabındaki şiirleri o yıllardaki ruh halini çok iyi anlatıyor. Kötü anıları hatırlattığı için olsa gerek o kitabını sevmedi babam. Toplu şiirlerine de çok az şiir aldı o kitaptan. Oysa şairanelikten uzak, en gerçek duygularla yazdığı şiirlerdi o şiirler bence.
Fransızcayı kendi çabalarıyla öğrenmiş, bursla çalışmaya gittiği Belçika’da dil bilgisini pekiştirmişti. Fransız şiirinin klasiklere geçmiş en büyük şairlerinin neredeyse tümünü Türkçeye kazandırdı. Çağdaş şiirle fazla ilgilenemedi. Ama kendi kuşağının şiirini hep takip etti.
Otoriter bir babaydı. Arkadaş gibi olamadık. Belki de birlikte fazla zaman geçiremediğimiz içindir. Ortaöğrenimden sonra üniversiteyi de yatılı okudum. Sonrasında da ayrı evlere çıktım hep. Hastalığında, son yıllarında yanındaydım. Edebiyattan uzaklaşmıştı artık. Yaşam sevinci pek kalmamış gibiydi. Yine de beklenmedik bir ölümdü ölümü. Ve her ölüm gibi erkendi. Huzur içinde uyusun.