Olcay Kasımoğlu’ndan “Düşleri Çalınan Kadınlar” çıktı!
TANITIM BÜLTENİNDEN
DÜŞLERİ ÇALINAN KADINLAR
Geçmiş ile geleceğin, gerçek ile düş’ün iç içe geçtiği bir yolculuğun hikâyesi…
Hiç kimsenin ömrü bir anlatıya sığmaz. Bir kelime, bir cümle nelerin başlangıcı ya da nelerin sonu olabilir bunları yaşamadan hiç kimse bilemez. Bir ömrü şekillendirmede rol alan her olayı ve insanı katmak, yaşanmışlıkları anlatmaya kalkışmak çoğu zaman imkânsızdır.
Kanıksanmış çaresizliği, cehaleti kader kabul eden zihniyetlerle hiçbir zaman gönül bağım olmadı. Bir şey yanlış sebeplerle doğru olmaz. Ülkemde olsun, dünyada olsun kadın olmak zordur aslın da kadının adı da yoktur. Ağır işçi, ırgat, kadın ne derseniz deyin tarlada, ahırda, evde, mutfakta, gece, gündüz hep o vardır.
Kız çocuklarının ne çocukluğundan haberi vardır ne de yaşamından. Gelenekler ve töreler yüzünden başlık parasına satılanlar, çalınan düşler kimden hesap soracak?
Daha gençliğinin farkına varmadan, çocukluğunun hayalini kuramadan bir eve gelin olur. Ve anne olur çocuk yaşta. Çocuklar gibi ağlamak yasaktır artık ona. Ağlamayı ayıp sayan bir toplumun kadını olmak hiç kolay değildir. Acılarını gizli yaşarlar. Şairin dediği gibi; “Onların hüznü bir çeyizdir/Çileleri bir nergistir/ Gülerken bir dağ silsilesi taşırlar/Ve acıdan ibarettir kayıtlarımızda…”
Birçok yerde yaşamı töreler belirler ve evliliklerde yöresel güç çok etkilidir. Kadının sosyal statüsünü kocasının çevresi ve geliri belirler. Para gibi, ağalık gibi etkiler zaman zaman kadınların duygu dünyasını da darmadağın eder.
Ahlaki sınırlandırmalar ve kadına yönelik ayrımcılık birçok toplumda kendisini gösterse de özellikle başka bir hayatı seçme şansı olmadığı için, okuma yazma bilmediği için hayatı bir kadermiş gibi yaşar bu kadınlar. Kolay değildir bu yaşamı değiştirmek, bu zihniyeti değiştirmek, zorla kendine bir değer biçtirmek.
“Düşleri Çalınmış Kadınlar” romanının bütün katmanlarında yaşama ve insana duyduğum sorumlulukla, insana ve yaşama dair güncel bir irdeleme ile insan doğasının karmaşık yapısına, ezberlediğimiz davranış modellerine, baskıcı ve yıkıcı toplumsal olaylara karşı bir duruş geliştirmek, farkındalık oluşturmak için yazdım.
Aynı zamanda farklı bir kurgu ile yaşamın çocukluktan itibaren etkisi altında kaldığımız tarihsel, söylemsel ve bilinç dışından süreçlerin kadın kimliği üzerindeki yansımalarını, kadın olma halini tek bir imgeye sığmayan, sınırsız bir hayal gücünün alanı olarak tanımlarken; onlar için uygun görülen rol modelleri ve bu temsilleri var eden yasakları da yargılamadan anlamak ve sorgulamak için yazdım.
Özellikle çocuk gelinleri ve okumayan, okuyamayan kız çocuklarını toplumun vicdanında bir kez daha vicdanı retle baş başa bıraktım. Bu güncel sorgulamaların içerisinde bilinçaltı ve varoluşun tetiklediği dışa vurumların, düşünceyi tekelleştiren toplumsal, politik ve kültürel koşullar içerisinde kendimize nasıl bir yer edindiğini de gözler önüne sermek istedim.
İnsan önce kendinden başlamalı. Bir kuyumcu titizliğiyle kendini inşa etmeli. Başkalarının inşa ettiği kaleler er geç yıkılıyor. Ne zaman biz kendi hayatımızın gerçek sahipleri gibi davranmaya, yapmamız gerekenleri başkalarının inisiyatifine bırakmamaya karar verdiğimiz gün başkalarının yanlışının bedelini ödemeyeceğiz. Bir duruşumuz, söyleyecek sözümüz olmalı.
Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı pişmanlıklarla söndürmemek gerekir. Hepimizin kendine ait veya başkalarından alıp sakladığı sırları, sırlardan kurduğu surları ve yıkamadığı kaleleri var. Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar üzerini örttükleri her şeyin altında kalırlar. Eksik olduğumuzu ararız hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu. Oysa yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında.